Dünyanın Şah Damarı; Türkiye’nin Tarihi Sorumluluğu
14 Eylül 2025, Pazar 23:29İsrail’in Gazze’de başlattığı saldırılar artık sadece bölgesel bir çatışma değil, küresel bir soykırım politikasıdır. İsrail’in çılgınlığının ardında, Batılı sömürgeci devletlerin kurduğu yeni dünya düzeni vardır. ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği ülkeleri; petrol, enerji, stratejik yollar ve zengin madenler için Ortadoğu’yu bir satranç tahtasına çevirmiştir. Bu satranç tahtasında İsrail, Batı’nın en önemli piyonudur.
İSRAİL’İN ÇILGINLIĞI VE EMPERYALİST DÜZEN
Bugün İsrail’e karşı duran bir ülke, aslında sadece İsrail’le değil; onu koşulsuz destekleyen Batılı emperyalistlerle de savaşmak zorundadır. ABD ve İngiltere başta olmak üzere 27 AB ülkesi, Suudi Amerika(Arabistan), Hindistan, Kanada ve Avustralya, doğrudan ya da dolaylı olarak İsrail’in yanında saf tutmaktadır. Bu denklem, çatışmanın boyutunun ne kadar geniş olduğunu göstermektedir. İsrail’i durdurmak sadece İsrail’in askeri gücünü kırmak değil, bu küresel sistemi sarsmak anlamına gelir.
Bizler bazen “neden Türkiye bu zulme müdahale etmiyor” diye serzenişte bulunuyoruz. Ancak bu durumun sebebi yukarıdaki inkâr edilemez gerçektir. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı denklem, sadece bir devletle değil, dünya sisteminin bütün aktörleriyle mücadele etmeyi gerektirmektedir.
TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KONUMU
Ortadoğu coğrafyasında İsrail’in saldırganlığına gerçek anlamda karşılık verebilecek tek ülke Türkiye’dir. Bunun sebebi yalnızca Türkiye’nin askeri gücü değil, aynı zamanda tarihî misyonu ve stratejik derinliğidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar süregelen ümmet liderliği, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren 80 yıllık Kemalist yönetim dönemi olarak adlandırılan fetret devrinde kesintiye uğramıştır. Ancak son 20 yıldır Türkiye, ümmetin yeniden liderliği rolünü üstlenmiş, yalnızca bir devlet değil, bir medeniyet temsilcisi olarak öne çıkmıştır.
İsrail’in Türkiye ile tek başına baş edebilme ihtimali yoktur. Türkiye’nin güçlü bir savunma sanayii, stratejik konumu ve imanlı bir halkı vardır. Ancak Türkiye’nin tek başına tüm dünyaya karşı mücadele etmesi, realist bir senaryoda kolay değildir. Bu noktada, Türkiye’nin yanına diğer Müslüman ülkelerin de hizalanması hayati önem taşımaktadır. Fakat ne yazık ki bugün İslam coğrafyasının büyük bir kısmı, kendi iç sorunlarıyla boğuşmakta veya Batı’nın kuklası olan yöneticiler tarafından idare edilmektedir.
Batı’nın en büyük stratejisi de bu zafiyeti derinleştirmektir. Müslüman ülkeleri iç sorunlarıyla meşgul ederek, onların bir Müslüman birliği çatısı altında toplanmasını engellemek istemektedir. Böylece her ülke kendi sorunlarına gömülürken, Batı istediği sömürü düzenini sürdürmektedir.
İŞBİRLİKÇİLERİN GÖLGESİNDE MÜCADELE
Türkiye’nin elini zayıflatan en önemli faktörlerden biri, içeride ve dışarıda bulunan işbirlikçi yönetimlerdir. Müslüman halkların başındaki bu yöneticiler, Batı’nın çıkarlarını korumakta, halklarının değil efendilerinin emirlerini yerine getirmektedir. Bu işbirlikçiler, Türkiye’nin bölgesel liderliğini engellemek için her türlü kirli oyunu oynamaktadır.
Gazze’de bir çocuk açlıktan ölürken, bazı Müslüman ülkelerin yöneticilerinin lüks otellerde Batılı liderlerle iş tutması, ümmetin büyük bir imtihanıdır. Bu tabloda Türkiye yalnız bırakılmak istenmektedir. Eğer bu işbirlikçiler sahneden çekilir ve Müslüman halklar Türkiye’nin yanında saf tutarsa, dengeler köklü bir şekilde değişir. Ancak yakın gelecekte bu ihtimal ne yazık ki pek mümkün görünmemektedir.
BİREYSEL SORUMLULUKLARIMIZ: MÜCADELE İÇİN HERKESİN PAYI VAR
Bu büyük fotoğrafa baktığımızda, Müslüman bireylerin de kendisine düşen görevleri unutmaması gerekir. Çünkü ümmet sadece devletlerden oluşmaz; halkın imanlı, bilinçli ve birlik içinde olması, devletlerin gücünü pekiştirir. Bizler birey olarak, yaşadığımız coğrafyada zulme sessiz kalmamalı, her platformda mazlumların sesi olmalıyız. Sosyal medyadan sokağa, okullardan iş yerlerine kadar her yerde hakkı savunmak ve zulmü lanetlemek, en küçük ama en değerli adımlardan biridir.
Ayrıca ekonomik gücümüzü de bilinçli kullanmalıyız. İsrail ve destekçilerini ayakta tutan en önemli kaynaklardan biri ekonomik desteklerdir. Müslüman bireyler olarak, hangi ürünleri tükettiğimize dikkat etmeli, harcamalarımızla zalimlerin değil mazlumların yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Bu, her bireyin elinde olan bir güçtür. Peygamber Efendimiz’in, “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse diliyle, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78) hadisinde buyurduğu gibi, biz de elimizden gelen her yolu kullanarak zulme karşı tavır almalıyız.
Unutmayalım ki, bireysel çabalar birleştiğinde büyük bir toplumsal dalga oluşturur ve bu dalga devletlerin kararlarını da etkiler.
ALLAH’IN YARDIMINA İMAN
Her ne kadar siyasi ve askeri tablolar karamsar görünse de, iman sahibi bir Müslüman bilir ki Allah’ın kudreti her şeyin üstündedir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın izni olmadan hiçbir musibet meydana gelmez.” (Teğabün, 11) buyrulmaktadır. İnsanların hesapları vardır, ama Allah’ın da bir hesabı vardır ve O’nun hesabı galiptir. Müslümanların da gökten gelen karara imanları tamdır.
Tarih boyunca Müslümanlar, umutsuzluk anlarında Allah’ın yardımıyla büyük zaferler kazanmışlardır. Bedir Savaşı’nda 313 sahabenin dev bir orduyu yenmesi, Çanakkale’de iman dolu göğüslerin emperyalist topları durdurması bunun en açık örnekleridir. Bugün de Allah dilerse, İsrail ve onun arkasındaki tüm güçlerin planları bozulur, adalet galip gelir.
TÜRKİYE’NİN TARİHÎ MİSYONU
Türkiye, bugün sadece bir ülke değil, bir medeniyetin bayraktarıdır. Siyonist saldırganlığı durdurabilecek tek güç olarak Türkiye’nin rolü, sadece askeri değil, aynı zamanda manevi bir sorumluluktur. İsrail’in çılgınlığına son verecek olan yalnızca silah değil, iman ve adaletle birleşmiş bir iradedir.
Ancak Türkiye’nin bu mücadeleyi tek başına yürütmesi kolay değildir. Bu nedenle, İslam coğrafyasındaki halkların uyanışı, işbirlikçilerin devrilmesi ve ümmetin birlik olması şarttır. Aksi takdirde, her ülke teker teker yok edilmeye mahkûm olacaktır.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun, “Kan dökmeyi seven bir millet değiliz; lakin söz konusu vatan olursa, dünyanın şah damarını keseriz.” sözü, bugün her Müslümanın kulağında çınlamalıdır. Bu söz sadece bir ihtar değil, bir stratejik vizyondur. Türkiye’nin şah damarını kesmesi, sadece kendi varlığını değil, ümmetin geleceğini de korumak anlamına gelir.
Sonuç olarak, küresel emperyalist düzen karşısında, ümmetin son kalesi Türkiye’dir. Bu kale düşerse, İslam coğrafyası paramparça olur. Ama Türkiye dik durursa, Allah’ın yardımıyla tarih yeniden yazılır.
UNUTMAYIN!
“Güçsüzlüğümüz değil, dağınıklığımız yenilgi getirir; imanla birleşen bir millet, dünyanın en güçlü ordusudur.”
“Ve İslam’ın son ordusu, TÜRK ORDUSU’dur…”
SAYGILARIMLA
AVUKAT MEHMET ALİ KÖROĞLU
15.09.2025
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Mesut Hoca
15-09-2025 12:10Tüm halklara düşen, Evvela emperyalist güçleri tanımak ise sizin bu yazınızın istikametinde durup dinlenmeden kafa yormaktır.