Başörtüsü Manifestosu Milletin Onuru, Hükümetin Vebali
01 Eylül 2025, Pazartesi 05:08Bu milletin hafızasında silinmez bir kara leke vardır: başörtüsü yasakları. %98’i Müslüman olan bir ülkede, kendi evlatlarının inancı sebebiyle üniversite kapılarından kovulması, kamu kurumlarından atılması, adliye koridorlarında süründürülmesi, insanlığın en büyük ayıplarından biridir. 1980’lerden itibaren başlayan ve 28 Şubat postmodern darbesinde zirveye çıkan bu yasaklar, binlerce genç kızın hayatını kararttı. Kimisi üniversite kapılarında gözyaşlarıyla başörtüsünü açmak zorunda kaldı, kimisi “ya aç ya oku” dayatmasına boyun eğmediği için eğitimini yarıda bıraktı.
TARİHİN KARA SAYFALARI VE MİLLETİN ÇEKİLEN ÇİLELERİ
Yasakların meşrulaştırılması ise hukuk eliyle oldu. Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve YÖK kararlarıyla milletin değerlerine prangalar vuruldu. Bu dayatmalar, aslında Batı’nın seküler zihniyetini kendi milletine model almaya çalışan bir kısım hain yöneticilerin ihanetiydi. “Çağdaşlık” adı altında bu halka yapılan zulüm, sadece başörtülülere değil, bütün bir millete yapılmıştı.
Sonuç mu? Bu ülke, kendi evlatlarını kendi topraklarından kovdu. Hristiyan ülkelerde başörtüsüyle okuyabilen gençler, Müslüman Türkiye’de yasaklarla boğuştu. Nice doktor, mühendis, öğretmen ve hukukçu bu ülkenin yarınlarına hizmet etmek yerine Avrupa ve Amerika’ya gitti. Bu, sadece bireysel dram değil; topyekûn bir milli kayıptı.
BAŞÖRTÜSÜ UĞRUNA KAYBEDİLEN NESİLLER
Başörtüsü yasağı sadece eğitim hakkını değil, çalışma hakkını da gasp etti. Kamu kurumlarında çalışan yüzlerce insan sırf inancından ötürü mesleğinden oldu. Öğretmenler derslerinden, doktorlar hastanelerinden, avukatlar mahkeme salonlarından atıldı. Kimi sürgün edildi, kimi zorla emekli edildi. Binlerce aile bu zulmün acısını iliklerine kadar yaşadı.
Bu süreçte hukuk sistemi de çürüdü. Başörtülü olduğu için “irticai faaliyet” suçlamalarıyla fişlenen, mahkeme salonlarında savunma yapması engellenen, kürsülerden atılan nice insan oldu. Kemalist sistemin kendi vatandaşına yaptığı bu zulüm, aslında milleti kendi evinde öksüz bırakmaktı. Yani müslüman haklımız özyurdunda garip, öz vatanında parya’ydı.
Nice zihinler, nice cevherler bu yasak yüzünden heba oldu. Tıp fakültesini bırakıp başka ülkelere giden öğrenciler, bugün oralarda profesör oldular. Mühendislik eğitiminden koparılan gençler, yabancı şirketlerin en parlak beyinleri oldular. Bu ülke, kendi elleriyle kendi geleceğini kurşunladı. Rabbimiz “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) buyuruyor. Ama biz bilenleri dışladık, bilmeyenleri baş tacı ettik.
KURTULUŞ SAVAŞI’NDA BAŞÖRTÜSÜNÜN ONURU
Unutulmamalıdır ki, bu milletin Kurtuluş Savaşı’nda verdiği mücadele başörtüsüyle yoğrulmuştur. Cepheye mermi taşıyan kadınların başörtüleri, sadece bir örtü değil; imanla yoğrulmuş bir sancaktı. Halide Edip’in miting kürsüsünde başındaki örtüsüyle haykırışı, Anadolu kadınının iradesini temsil ediyordu. Kara Fatma’dan Şerife Bacı’ya kadar nice kadın, başörtüsüyle bu milletin istiklali için canını ortaya koydu.
Bugün Cumhuriyet’in nimetlerinden faydalanan, özgürlük adına konuşan nice kişi o dönemde mermiyi sırtında, çocuğunu kucağında, başörtüsünü alnında taşıyan anaların mücadelesini unutmaktadır. Cumhuriyet’in keyfini sürenler, o mücadelenin gerçek sahipleri olan başörtülü kadınları dışlamaya cüret etmişlerdir. Bu tarihî nankörlük, bu millete yapılmış en büyük haksızlıklardan biridir.
Bu yüzden başörtüsü, yalnızca dini bir sembol değil; aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın, milletin bağımsızlık ruhunun ve bu topraklardaki var oluş mücadelesinin timsalidir. Başörtüsüne dokunan, aslında bu milletin tarihine ve istiklaline dokunmaktadır.
HALEN DEVAM EDEN MAĞDURİYET KORKUSU
Bugün fiilen bir yasak olmamasına rağmen, başörtüsü meselesi milletin sırtında hâlâ bir korku olarak yaşamaktadır. İnsanlar “acaba yeniden yasaklar gelir mi?” endişesiyle yaşamaktadır. Bu korkunun varlığı bile başlı başına bir mağduriyettir. Çünkü yasakların tekrar hortlayabileceği ihtimali, bu toplumun üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.
Millet, yarın bir hükümet değiştiğinde aynı çilelerin tekrar yaşanmasından endişe duymaktadır. Üniversite kapılarında ağlayan genç kızların, işten atılan memurların, fişlenen vatandaşların anıları hâlâ canlıdır. Bu yüzden özgürlüğün kalıcı olmadığını bilmek, milletin ruhunu yaralamaktadır.
Her ne kadar bugün başörtüsü serbest olsa da, bu millet tam anlamıyla özgür değildir. Çünkü özgürlük, sadece bir iktidarın insafına bırakıldığında değil; anayasal veya yasal bir güvenceye kavuştuğunda gerçek anlamına kavuşur. İşte bu yüzden korkunun sürmesi, başörtüsü meselesinin hâlâ kapanmadığının en açık göstergesidir.
AK PARTİ VE CUMHUR İTTİFAKI’NA ÇAĞRI
Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldiğinde bu zulmü belli bir süre sonra fiilen sona erdirdi. Bunu inkar edemeyiz. İkna odaları tarihe karıştı, başörtülü kadınlar üniversiteye girdi, memuriyete döndü, adliye kürsülerinde yer aldı. Ancak şu soruyu sormadan edemiyoruz: Peki, neden kalıcı bir yasal veya anayasal düzenleme yapılmadı?
İktidar olmak, bir süreliğine yönetimi elinde bulundurmak demektir. Muktedir olmak ise milletin değerlerini kalıcı güvenceye almak demektir. Bugün başörtüsü serbestliği sadece yürütmenin insafına bağlıdır. Yarın farklı bir zihniyet iktidara geldiğinde aynı yasakları hortlatması işten bile değildir. CHP’nin çok yakın bir zamanda bile dile getirdiği “imam hatipleri kapatacağız, Kur’an kurslarını yasaklayacağız, Ayasofya’yı yeniden müze yapacağız” sözleri hâlâ kulaklarımızdadır.
O halde soruyoruz: Neden bu mesele anayasal güvenceye kavuşturulmadı? Neden referanduma götürülmedi? Millet sizin hangi isteğinizi yerine getirmedi de bu isteği yerine getirmeye cesaret edemediniz? Bu millet size her türlü desteği verdi, hangi iradenizi geri çevirdi? Yoksa bunu yapmak işinize mi gelmiyor?
Cumhur İttifakı bileşenleri, MHP ve diğer milli-manevi hassasiyetleri yüksek partiler de bu konuda sorumludur. Bu mesele sadece AK Parti’nin değil, bütün siyasetin imtihanıdır. Başörtüsü hakkı ya TBMM’de yapılacak düzenlemeyle ya da referandum yoluyla kalıcı güvenceye alınmalıdır. O zaman kimin gerçekten milletin yanında, kimin milletin karşısında olduğu apaçık ortaya çıkacaktır.
TARİHİN VEBALİ VE ALLAH’IN HESABI
Ey hükûmet! Ey AK Parti! Ey Cumhur İttifakı! Siz bu milletin teveccühüne 25 yıldır mazhar oldunuz. Millet, hiçbir isteğinizi geri çevirmedi. Ama siz hâlâ başörtüsü meselesini anayasal güvenceye kavuşturmadınız. Bu gecikmenin izahı nedir?
Eğer başörtüsünü anayasal güvenceye almayarak, milleti kendinize mecbur bırakmayı bir strateji sanıyorsanız bilin ki bu yanlıştır. Çünkü millet, kendisini mecbur bırakana değil, kendisini özgürleştirene minnet duyar. Başörtüsünü anayasal güvenceye almak, sizi değil milleti büyütür; sizi değil Allah katında makamınızı yüceltir.
Hz. Ömer (r.a.) “Fırat kıyısında bir keçi kaybolsa, hesabı benden sorulur” buyurmuştur. Siz ise milyonlarca kızın eğitimini, geleceğini, hayalini korumakla mesulsünüz. Eğer yarın aynı yasaklar hortlarsa, bunun hesabını tarih de sorar, Rabbimiz de sorar.
Bu mesele sadece kadınların değil, bu milletin imanının, özgürlüğünün ve haysiyetinin meselesidir. Bugün yapılacak bir düzenleme, sadece başörtüsünü değil; bu milletin onurunu da güvence altına alacaktır. Başörtüsü, Kurtuluş Savaşı’nda bu milletin istiklalini taşıyan bir sancaktı; bugün ise geleceğini koruyacak bir emanettir.
UNUTULMAMALIDIR Kİ,
Başörtüsünü anayasal güvenceye almak, Kurtuluş Savaşı’nda bağımsızlığı taşıyan sancakla, bugün milletin imanını ve haysiyetini korumak arasında kurulan en büyük köprüdür.
SAYGILARIMLA!
AVUKAT MEHMET ALİ KÖROĞLU
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.